Yalnızız…Yalnız ve yalanız. Gerçeğimizi ve gerçekliğimizi kaybedeli çok oldu. Eksiklik denizinde yüzüyoruz. Kimse, kimseye söylemiyor; ama herkes ve her şey biraz eksik: Yaşamalarımız eksik, sevmelerimiz eksik, özlemelerimiz eksik…
Ölümlerimiz bile eksik. Yataklarımızda ölmüyoruz çoktandır. Son nefesimizde helalleşecek, ağzımıza su damlatacak kimseler yok. Yollarda ölüyoruz, sokaklarda ölüyoruz… Ritüelini kaybeden ölüm, acısını da kaybetti. Gazetelerde 3. sayfaya, televizyonlarda son sıraya düştü ölüm haberleri. Daha da kötüsü ölüm sözcüğü ancak sayıyla anlam kazanır oldu.
Yalnızız… Ne yaslanabileceğimiz biri var yanımızda; ne de başkasının yaslanmasına dayanacak gücümüz. “İçimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar.” demişti Edip Cansever. Her şey içimizde büyüyor şimdi ve biz küçülüyoruz, azalıyoruz. Kimse kimseyi çoğaltamıyor. Tüketmek öğretiliyor bize. Yalnızlaşmak ve yalnızlaştırmak ezberletiliyor. Ve biz hiçbir şeyi öğrenemediğimiz kadar hızlı öğreniyoruz bunları.
“Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır” demişti İsmet Özel. Saldırıya uğradık ve saldırı devam ediyor. Bizimse kalkanlarımız kağıttan, mızraklarımız oyuncakçıdan ödünç alınma. Savunamıyoruz kendimizi. İsmet Özel’in dediği gibi : “Yaşamak, berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır.” Oysa biz kendimiz için bile savaşamıyoruz.
Yalnızız…Yalnız ve yârsiz. Üstelik yalnızlığa övgüler düzecek kadar da arsızız. Başkasına yâr etmeyelim dediğimi dediğimiz şeyler bize de yâr olmuyor. Övgüler düzdüğümüz akıl, kutsadığımız mantık yalnızlığa çare olmuyor. Hiç güvenli değil aklın limanları. Bütün gemilerimizi parçaladı ve tüm mahremiyetimi ortaya çıkardı dalgalar.. Çırılçıplağız. Tenlerimiz buz kesiyor, oysa ruhlarımız üşümeyi bile unutmuş.
Yalnızız; ama yalan değiliz. Her şey karmakarışık. Fark edilmiyoruz ve fark edemiyoruz.