Çarpık siyasetin getirileri..! – Hakki İşbecer Yazıları
Ülkemizde 65 milyona yakın çalışabilir insanı var. Çalışabilir nüfusun ise 34,7 milyonu çalışmak istediğini ortaya koymuş durumda. Gerisi işsizlik kamplarında eğitim gören ve ömür boyu mesleksiz kalacak üniversitelilerden ve ev hanımlarından oluşmaktadır.
Çalışmak isteyip de çalışan sayısı 31,1 milyon ve işsiz sayısı da 3,5 milyon kişi olarak hesaplanıyor.
1982-1991 arası Özal dönemi 10 yılda ülkemizin ortalama çalışabilir nüfusu 30,8 milyon kişiymiş. Ve bu kişilerin 15,8 milyonu da çalışıyormuş.
Şöyle izah edeyim: Çalışabilir nüfusun bugün yüzde 48,1’i bir işte çalışıyor. Özal döneminde ise çalışabilir nüfusun yüzde 51,2’si çalışıyormuş.
Gerçekte gelişmemiz gerekiyordu… Oysa eğitim ve kentleşme ile çalışan sayısında oransal artış olmalıydı.
Kalkınma denilen şey işte böyle bir şeydir.
Daha fazla hıyar üretip satmak kalkınma sağlamıyor.
Özal döneminde işsizlik ortalaması %8,4 iken Başkanlık Sistemi ile tek haneli işsizlik bir rüya haline geldi. Ama bizim siyasi yönetimler ve çıkarcı iş dünyası “işçi bulamıyoruz” diyorlar.
Aslında herkes ve kendileri de biliyor ki onlar işçi aramıyor, köle arıyorlar.
Kölelik konusu şimdilerde nerede ise aradığımız çok özel bir durum haline geldi. Çünkü bugün ülkemizde ortalama ücret (asgari ücret demiyorum) ile açlık sınırı aynı seviyelere geldi. Okumuşu-okumamışı olarak alınan ortalama ücret ile sadece açlık giderilebiliyor.
Bu nedenle fakirlik ve yoksulluk sayı ve oranları sürekli artış gösteriyor.
Ama fakirlik ve yoksulluk artışı artık toplumda yeterli karşılık da görmüyor. Ne işsizlik sorun oluyor, ne de düşük ücret düzeyi…
Açıkçası, farklı bir dönem yaşıyoruz denilebilir, bu da yadırganmaz.
İran’da özgürlük için yaşanan mücadeleye karşı, ülkemizde özgürlük kaybı da her nedense sorun olmuyor. Değerini bilmediğimiz değerleri kaybettikçe hepimiz ülke olarak kaybediyoruz.
Burada asıl mesele yakın geçmiş ve bugün yaşadıklarımız mı yoksa yarın yaşayacaklarımız mı?
Bir Bankanın Genel Müdürü, yatırım kredilerinin bittiğini, tabiri caiz ise kendilerinin banka olarak önünü göremedikleri için yatırım yapamadıklarını söylüyor. Nitekim kalkınma ve yatırım bankası kredileri negatife geçerken (artış oranları) işletme kredileri devam ediyor.
Bu demektir ki, önümüzdeki günlerde bizi yeni bir işsizlik dalgası bekliyor.
Zaten İSO-PMI Endeksi ve İhracat İklim Endeksi önümüzdeki dönemlerde yaşanacak bu sıkıntıyı ortaya seriyor.
Kısaca bizi ne bekliyor dersek, “Daha düşük ücret düzeyi ve daha yüksek işsizlik oranı” diyebiliriz.
Ayrıca, “Daha fazla fakir ve yoksulluk”
Ama asıl önemlisi şu: Seçim sonrası bu yönetim anlayışı devam ederse bizi bekleyen tehlike çok ama çok daha büyük olacaktır.
Çünkü vaatlerin hepsi seçim yatırımıdır, ne kadarı uygulanır, ne kadarı başka bir bahara kalır, bunların hepsini sabırla bekleyip göreceğiz.
Bir yıldan uzun süredir ertelenen zamlar kapımızda bizi bekliyor. Tıkanan finansal sistemin reel ekonomik yansımaları da seçim sonrasını bekliyor.
Bugün gerçekte yüzde 15’lerin üzerinde olan işsizlik oranının ikiye katlanmasını mı onaylarsınız, yoksa fiyat artışlarının 94 krizinin bile çok üzerine çıkışını mı?
Düşünmeye değer değil mi.?
Bir ülkede en temel varlık beşeri sermayedir deriz. Beşeri sermaye açısından ise en temel değer orta sınıf varlığıdır.
Orta sınıfı yok olan ülkelerin ne olduğunu Venezuela örneğinde görüyoruz. Bir kamyon şoförü ülkeyi ne hale getirdi ama seçimlerden de sürekli zaferle çıkıyor.
Okuyanların görmediği ve okumayanların gördüğü bu gerçeği dünyada benzer şekilde başka ülkeler de yaşıyor. Mesela Macaristan, mesela Bolsorano dönemi Brezilya…
Bu ayrımlar ve sonrayı görmek ülkelerin kaderi haline geldi.
Evlatlarımız ve torunlarımızın geleceğini gerçek olamayan yaşanılan hayatlar ile onaylayacağız.
Bakalım tercihimiz ne olacak?
Allah bu ülkenin insanlarına ve Milletimize zeval vermesin inşallah.
Benim mücadelem ailem evlatlarım, torunlarım ve bu milletin çaresiz insanları için.
Allah bu asil milleti en kısa zamanda sağlıklı, huzurlu ve aydınlık günlere çıkarsın inşallah.