Yazık bu canlara!
İşim gereği 41 yıldır haberlerle, 16 yıldır da özel olarak Antalya ve Akdeniz Bölgesi haberleriyle haşır neşirim.
En çok içimi acıtan olaylar, hep birilerinin işini ya hiç, ya layıkıyla yapmamasından kaynaklanan can kayıpları oldu. Özellikle gencecik insanların ölümleri.
2004 kasımında 14 yaşında bir kızımız, şiddetli bir yağışta, ana caddede kapağı olmayan rögara düşmüş, yağmur suyu kanalında boğularak can vermişti.
Yıl 2020 ekimi. Kumluca’da genç bir kadın, üzerine devrilen otobüs durağının altında can verdi.
Akdeniz Bölgesi’nin, dolayısıyla Antalya’nın iklim özelliklerini bilmeyen yoktur sanırım. Yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve ılımandır. İklimin normal seyrine göre yağışlar ekim ayında başlar.
Dört gözle beklenir bu yağışlar, çünkü bereket saçacaktır. Barajlara göletlere bereket kaynağı olarak dolacaktır.
Ancak Antalya’da hava hep bu ifade kadar uysal değil, hiddetlidir. Zaman zaman fırtınalar gelir, zaman zaman yağışlar şiddetlenir.
Bereket beklenen yağış sel olur, kuru dereler taşar, ortalığı siler süpürür. Fırtınalar pek çok şeyi yer ile yeksan eder.
Bu arada layıkıyla yapılmayan işler, olmaması gereken ihmaller yüzünden ağır acılar yaşanır.
Oysa bu iklim döngüsü yeni değil; bilimsel ve teknolojik gelişmeye bağlı olarak değişmiyor. Üstelik bilim ve teknolojik gelişme sayesinde; kuru dereler kaç yılda bir, hangi debilere ulaşmış; ne şiddette fırtınalar atlatılmış gibi iklim döngüsünde karşılaşılan en alt ve en üst sınırları öğrenebiliyoruz.
Buna rağmen derelerimiz taşıyor, köprülerimiz çöküyor, caddelerimizden sel akıyor, rögarlarımız insan yutuyor, eğreti duraklarımız devrilip insan eziyor!..
Yazık!..
Şimdi birileri çıkıp katliam gibi kazalardan, başka bölgelerde yaşanan afetlerden söz edebilir.
İhmalin eskisi, yenisi; ölümün azı, çoğu olmaz. Olaylarda ölüm yüzdesi hesaplayabilirsiniz ama ölen için sonuç yüzde yüzdür.