ARD Sigorta Aracılık Hizmetleri





















ARD Sigorta Aracılık Hizmetleri

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ CHP’Lİ KADINLARI NİYE KORUYAMADI?

Yayınlama: 21.03.2021
Düzenleme: 02.08.2021 13:36
443
A+
A-

AB tam üyelik hazırlığı olarak görülen “İstanbul Sözleşmesi” de bu dayatmalardan biridir.

İstanbul Sözleşmesi’nde toplumsal yapımızı adeta dinamitleyen, toplum yapımızla dini inançlarımızla örf ve âdetlerimizle taban tabana zıt uygulamalar içeren maddeler olmasına rağmen, maalesef Türkiye sözleşmeyi imzaya açan ilk ülke olmuş, hiçbir itiraz ve şerh konulmadan da sözleşme imzalanmıştır.

Oysa birçok ülke sözleşmeyi imzalamazken, imzalayan ülkelerden birçoğu da dini, kültürel ve toplumsal yapılarından ve toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve partner (nikâhsız birlikte yaşayan bireyler) yaşamı gibi konularda çekince koymuş, kaygılarını bildirmiştir.

Biz Müslüman bir ülke olmamıza rağmen sözleşmenin dördüncü maddesinin üçüncü fıkrasındaki “cinsel tercih ya da cinsel yönelimin” güvence altına alınmasına dahi itiraz etmeden sözleşmeyi imzalayan ülke olduk.

İstanbul Sözleşmesi’nin vahameti maalesef uygulamaya başlandıktan sonra gün yüzüne çıkmaya başladı.

Avrupa Konseyi tarafından imzaya açıldıktan sonra Türkiye’nin imzalayarak uygulamaya koyduğu İstanbul Sözleşmenin amacı “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Engellenmesi” olarak ifade edilmektedir.

Ancak Sözleşme detaylı bir şekilde incelendiğinde, Türk toplum yapısını tahrip ve tahrif edecek bir muhtevayı içinde barındırdığı gözükmektedir.

İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğini kabul hususunda milli bir mutabakat olmadığını ve bu nedenle toplumsal meşruiyet zemininden yoksun olduğunu ortaya koymuştur.

Ülkemizde kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin olmadığını iddia etmek zaten doğru değildir.

Ancak bu ciddi toplumsal sorunun çözüm yolunun ise, imza atılan sözleşmenin bize sunduğu maddeler olmadığı ortadadır.

Zira Türkiye’nin 2011 yılında imza atarak 2012 yılında uygulamaya koyduğu sözleşmeden sonra da, kadın cinayetleri hız kesmeden her yıl artmaya devam etmiş ve aile içi şiddette de bir azalma olmamıştır.

Tam tersine Türk aile yapısını ifsat eden ve eşlerin birbirlerine karşı sorumluluklarını daha da gergin ortamda sürdürmelerini zemin hazırlayan bir sonuç doğmuştur.

İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından sonra oluşan zeminde meydana gelen tüm bu hadiseler, Türk toplumu tarafından kabul edilebilir bir durum değildir.

Kaldı ki Avrupa Konseyi’nin “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Engellenmesi” amacı ile gündeme taşıyarak imzaya açtığı sözleşmeye, birçok ülke toplum yapısının bozulacağı gerekçesi ile çekince koymuş ve en son olarak da Macaristan Parlamentosu tarafından reddedilmiştir.

Durum bu halde iken, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını geri çekmesi ve bu sözleşmeye paralel çıkardığı iç düzenlemeleri de iptal etmesi elzemdi.

Yoksa aile yapısı kökten tahrif ve tahribe açık bir hale gelmiş olan Türkiye’nin istikbale emin adımlarla yürümesi mümkün değildir.

Hükûmet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla yarısı İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi.

Beklenen bir karardı, sürpriz olmadı.

Avrupa Birliği ülkelerinden Polonya da geçtiğimiz yıl benzer bir sürece girmişti ama, imzacılardan ilk çekilen Türkiye oldu.

“Bu işte bir bit yeniği var” diyen sadece biz değiliz.

Yine AB üyesi 6 üye ülke (Bulgaristan, Macaristan, Çekya, Letonya, Litvanya, Slovakya) sözleşmeyi yürürlüğe koymadı mesela.

AB ile yolları ayıran İngiltere de imzalamayanlar arasında.

İmzacı Yunanistan, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Hırvatistan, İsveç ve Fransa ise sözleşmeye çekince koymuştu.

Avrupa Konseyi’nin üyeleri arasında bulunan Rusya da sözleşmeye imza atmayı reddetti.

Tuhaf olan şuydu ki, aile değerleri bizim kadar güçlü olmayan toplumlar bile sözleşmeye yan bakarken, Türkiye 2012’de buna balıklama atlamış, sözleşmenin yürürlüğe girdiği ilk 11 ülkeden biri olmuştu.

Bu da yetmiyormuş gibi, sözleşme 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için, ismini de bizden almıştı.

Yuttuğumuz zokanın ne olduğu, Taksim’deki rezil eş cinsel yürüyüşlerine aval aval baktığımızda ortaya çıktı.

Dünya bu meseleyi eş cinselliği meşrulaştırarak ‘aile kurumunu yok etme’ üzerinden tartışırken…

Türkiye’de sözleşmeyi savunanların ortaya koyduğu teze bakın;

Bu sözleşme kadın haklarını koruyormuş, kadına yönelik şiddeti engelliyormuş!

Bunlar sadece kılıf oysa ki.

Türkiye kadın cinayetlerini önlemek, kadınların haklarını korumak için kendisi kanun yapamıyor mu, hatta ve hatta zaten bu yönde kanunlar yok mu ki, bu sözleşmeye ihtiyaç duyuyor?

Dert, perde arkasındaki büyük proje “Aileyi dağıtma ve eş cinselliği meşrulaştırma” propagandasının akamete uğrayacak olması ama bunu açıktan diyemedikleri için kadın hakları işin bahanesi.

Nitekim Diyanet İşleri Başkanı eş cinselliği dinimizin haram kıldığını söylediğinde, Ankara Barosu sözleşmenin maddeleri ile Ali Erbaş’ı hedef almıştı.

Herkes gerçeği bal gibi biliyor yani.

Netice…

AK Parti kadına karşı şiddeti önlemekte samimiymiş ki, bu sözleşmeyi hemen kabul etmiş. İşin içinde kadını korumanın dışında bir fırıldak olduğunu anlayıp, 8 yıl sonra vazgeçince nasıl kadın düşmanı olabilir?

Macaristan dahi ‘yıkıcı cinsiyet ideolojilerini körükleyeceği’ gerekçesiyle bu sözleşmeden uzak dururken, Türkiye gibi aile değerleri güçlü bir ülkede birileri tarafından ucuz laflarla bu denli savunuluyor olması şaşırtıcı olabilir, lakin tesadüf değil.

Savunanlara baktığınızda tehlikenin az buz olmadığı da ortada.

KADEM gibi mesela!..

Madem siyasette bu sözleşmeyi en çok CHP ve avaneleri savunuyor, o zaman soralım;

CHP’de geçtiğimiz aylarda art arda patlayan taciz ve tecavüz skandallarında kadınları bu sözleşme korumuş muydu?

Kadın hakları konusunda bu kadar samimiydiniz, her şeyi bildiğiniz hâlde bu kadınları korumak yerine neden susturmayı tercih ettiniz?

Bu da yetmiyormuş gibi “Onlar da yolluymuş” iması yapanlar bugün utanmadan konuşabiliyor mu hâlen?

REKLAM ALANI
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.